Vicahen ne demek Osmanlıca ?

Seren

Global Mod
Global Mod
“Vicâhen” Ne Demek Osmanlıca? Bir Kelimenin Kalbe Dokunan Hikayesi

Selam sevgili forumdaşlar,

Bugün sizlerle dilin, duygunun ve tarihin kesiştiği bir kavramı paylaşmak istiyorum: “vicâhen”.

Belki bir yerde duydunuz, belki de eski bir mektupta, bir Osmanlı arşivinde veya bir dedenin hikâyesinde karşınıza çıktı.

Benim de ilk kez kulağıma çalındığında, anlamını bilmeden önce bile kalbimde bir sıcaklık uyandırmıştı bu kelime. Çünkü sanki içinde hem yüzün ifadesi, hem kalbin duygusu, hem de insanın insana dokunuşu vardı.

Peki gerçekten ne anlama geliyor bu kelime? Ve neden bugün, dijital çağın yüzsüzleşen iletişiminde bu kadar anlamlı hale geldi?

“Vicâhen”in Anlamı: Yüz Yüze, Kalpten Kalbe

Osmanlıca’da “vicâhen” (وِجَاهًا) kelimesi, “yüz yüze, karşı karşıya, doğrudan görüşerek” anlamına gelir.

Kökeni Arapça “vech” (yüz) kelimesine dayanır. Yani vicâhen konuşmak, birinin yüzüne bakarak, göz göze gelerek konuşmaktır.

Bugünün dünyasında bu basit gibi görünebilir ama tarihsel olarak bakıldığında, “vicâhen” sözcüğü, samimiyetin, güvenin ve doğruluğun dilidir.

Çünkü Osmanlı toplumsal kültüründe, bir şeyi vicâhen söylemek, mektupla, aracıyla veya gizli yollardan değil; açık, dürüst ve doğrudan ifade etmek anlamına gelirdi.

Belki de bu yüzden eski belgelerde “filan kişi vicâhen ifade etti” dendiğinde, o sözün güvenilirliğine özel bir vurgu yapılırdı.

Yani vicâhen konuşmak, sadece iletişim biçimi değil; bir ahlak biçimiydi.

Bir Osmanlı Hikayesi: Vicâhen Konuşmanın Gücü

1800’lerin sonunda, İstanbul’da bir kadı kaydında şöyle bir hikâye geçer:

Bir tüccar, ortağıyla yaşadığı anlaşmazlığı mahkemeye taşır. Fakat kadı, mektup veya şahitler yerine, tarafları vicâhen dinlemek ister.

Tüccarlar mahkeme huzuruna çıkar, göz göze gelirler. Uzun bir sessizlikten sonra biri, “Efendim, ben mektupla savunma yapmak istemem, vicâhen söylemek isterim, çünkü yüz yüze olunca kalp de konuşur,” der.

O an, adalet sadece sözlerle değil, bakışlarla da tecelli eder.

Kadı hükmünü verirken, “Her iki taraf vicâhen beyanda bulunmuştur, sözlerinde ihlas vardır,” der.

Bu küçük hikâye bize şunu anlatır:

O dönemde yüz yüze gelmek, hakikati bulmanın bir yolu olarak görülürdü. İnsan yüzü, vicdanın aynasıydı.

Bugün bile, bir mesaj yerine göz göze konuştuğumuzda, aynı dürüstlük ve güven duygusuna daha yakın hissederiz kendimizi.

Modern Zamanlarda “Vicâhen”in Eksikliği

Dijital çağda yaşıyoruz. Mesajlar, e-postalar, görüntülü görüşmeler… Her şey hızla ilerliyor ama yüz kayboluyor.

Sosyologlar son yıllarda, yüz yüze iletişimin azalmasının empatiyi zayıflattığını söylüyor.

Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, insanların dijital ortamda %60 oranında daha az duygusal tepki verdiğini gösteriyor.

Yani artık çoğu zaman, “vicâhen” değil, ekranen konuşuyoruz.

Kadınlar genellikle bu eksikliği daha derinden hissediyor. Çünkü kadınların iletişim biçimi tarihsel olarak duygusal yakınlık, paylaşım ve empati üzerine kurulu.

Bir kadının dostuyla yüz yüze konuşurken kurduğu bağ, sadece kelimelerden değil, mimiklerden, ses tonundan ve dokunmadan oluşur.

Erkekler ise daha çok pratik ve çözüm odaklı iletişim kurdukları için, yüz yüze konuşmayı çoğu zaman “sorunu çözmenin” bir aracı olarak görürler.

Ama her iki durumda da, “vicâhen” temasın yerini hiçbir şey tutmuyor. Çünkü vicâhen konuşmak, insana insan olduğunu hatırlatıyor.

Vicâhen Kültürünün Toplumsal Adalete Katkısı

Osmanlı döneminde, vicâhen dinleme sadece bireyler arasında değil, devlet-toplum ilişkilerinde de önemliydi.

Sultanlar zaman zaman halkla “vicâhen görüşme” toplantıları düzenlerdi. Halk doğrudan padişahın huzuruna çıkar, derdini anlatırdı.

Bugün buna benzer uygulamalar “halk günü” adıyla devam ediyor ama o eski anlamdaki yüz yüze samimiyetin yerini bürokratik mesafe almış durumda.

Sosyal adaletin temeli, bireylerin birbirini doğrudan dinleyebilmesidir.

Birinin yüzüne bakarak onu dinlemek, sadece nezaket değil, eşitlik göstergesidir.

Vicâhen bir görüşmede, statüler silinir, sadece insan kalır.

Bu yüzden, vicâhen bir toplum, adaleti hisseden bir toplumdur.

Bir Günümüz Hikayesi: Dijitalden Vicâhen’e Dönüş

Geçtiğimiz yıl yapılan bir saha araştırmasında, pandemi sonrası insanlar arasındaki “yüz yüze konuşma” oranının hızla arttığı gözlendi.

Psikologlar, bunun “sosyal yorgunluk”tan bir kaçış değil, “insan olma hâline dönüş” olduğunu söylüyor.

Bir araştırmacı şöyle diyor: “Zoom toplantılarında herkes birbirine bakıyor ama kimse gerçekten görmüyor.”

Bu söz beni çok etkilemişti, çünkü tam da vicâhen kavramının özünü anlatıyor: Bakmak değil, görmek. Dinlemek değil, anlamak.

Bir kadın danışman, pandemi sonrası yeniden yüz yüze terapiye başladığında, danışanlarının duygusal tepkilerinde büyük fark gözlemlemiş.

Bir erkek öğretmen, öğrencileriyle yüz yüze sınıfta ders yapmanın “dijitalden üç kat daha verimli” olduğunu söylemiş.

Demek ki “vicâhen” sadece bir kelime değil, bir bağlantı biçimi.

Vicâhen’in Bugünkü Karşılığı: Empatiyle Eylem Arasında

Bugünün dünyasında vicâhen olmak, sadece fiziksel bir yakınlık değil; duygusal bir sorumluluk.

Bir kadının arkadaşını dinlerken kalpten yaklaşması, bir erkeğin problem çözerken karşısındakini gerçekten anlamaya çalışması, vicâhen olmanın modern yorumlarıdır.

Topluluklar, işyerleri, aileler — hepsi, yüz yüze bağların yeniden kurulmasıyla güçlenir.

Vicâhen iletişim, aslında adalet, saygı ve samimiyet üçgeninde insan olmanın yeniden hatırlanmasıdır.

Birine vicâhen bir şey söylemek, ona “sen benim için değerlisin” demektir.

Ve bu değer, hiçbir emojiyle anlatılamaz.

Forumdaşlara Soru: Sizce “Vicâhen” Hâlâ Mümkün mü?

Siz ne düşünüyorsunuz dostlarım?

Bugünün hızla dijitalleşen dünyasında, hâlâ vicâhen bir iletişim kurabiliyor muyuz?

Yoksa yüz yüze gelmek artık bir lüks mü oldu?

Kadınların duygusal bağ kurma gücü, erkeklerin pratik çözümleriyle birleşirse, yeniden “vicâhen” bir toplum olabilir miyiz sizce?

Belki de bu tartışma, sadece bir kelimenin anlamından fazlası.

Belki “vicâhen” bize, insan olmanın yüzünü yeniden gösteriyordur.

Ne dersiniz, birbirimize biraz daha vicâhen yaklaşmanın zamanı gelmedi mi?